Gelecek, Deva Olur Mu?

Furkan Şafak

Tülay German’ın TİP’in seçim kampanyalarında söylediği Yarının Şarkısı’ndaki gibi, bizim gibi insanlığın ilerlemesine inanmış insanlar için gelecek tabi ki de devamız olacaktır; fakat bu yazıda bahsedeceğimiz Gelecek ve Deva Partilerinin neden çare olamayacakları üzerinedir.

Bilindiği üzere AKP kurucusu, eski dışişleri bakanı ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu ile yine AKP kurucularından eski dışişleri bakanı ve eski ekonomi bakanı Ali Babacan yaklaşık 8 ay önce AKP’den istifa edip kendi partilerini kurdular. Bu oluşumlara beklenen ilk sert tepki AKP saflarından değil de MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli Babacan’ı hedef alarak “FETÖ projesidir. Pensilvanya kaynaklıdır”dedi. Öncelikle Devlet Bahçeli gibi 2002 yılında ortağı olduğu koalisyon hükümetini erken seçimle dağıtıp, AKP iktidarının ve Fethullah Gülen hareketinin daha da devletleşmesinin önünü açan kişinin, herkese Fetöcü suçlaması yapması yanıltıcıdır.

03 Kasım 2002 erken seçimlerini 2002-2004 yıllarında Genelkurmay Başkanlığı yapmış, daha sonra hakkında Fethullahçı imasında bulunulmuş ve darbe komisyonuna ifade vermiş Hilmi Özkök ve Tüsiad ile beraber düşünmeliyiz. MHP’ye yakınlığıyla bilinen Hüseyim Kıvrıkoğlu’ndan sonra Genelkurmay Başkanı olan Özkök, 3 Kasım 2002 tarihinde Washington’a uçmuş ve “sonuçlardan memnunuz” açıklamasını yapmıştır. Dönemin TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan da basına yaptığı açıklamada “Liderlik eksikliğinden söz ederken, yalnız hükümeti düşünerek konuşmuyoruz” yazmıştı.

Neticede 12 Eylül ile başlayan liberalleşme, cumhuriyet ve işçi düşmanlığı “son sosyalist devleti yıktık” diyen Çiller’in 90’larda çıkarttığı özelleştirme yasaları ile kafi gelmiyor ve daha fazla özelleştirme gerekiyordu. O yıllarda İslamcılar da cami toplantılarında, pikniklerde “Doğu Bloku ve sosyalizm yıkıldı ama Doğu Avrupa’nın son sosyalist köhne devleti biziz” şeklinde anti-propaganda yapmaktaydı. İşte Deva Partisi kurucu genel başkanı Ali Babacan’ın 2002-2011 yılları arasında yaptığı ekonomi bakanlığı döneminde “son sosyalist ülke” yıkılmış ve kamuya ait neredeyse tüm kurumlar satılmıştır. Özellikle son 5 senedir gözlemlediğimiz AKP ile Çiller özel örgütü mensupları Ağar, Çakıcı gibi karanlık karakterlerin arasındaki büyük yakınlaşma aşırı sağın, İslamcılıkla -özellikle kamunun yok edilmesi ve özelleştirme konusunda-nasıl organik bir bağının olduğunu göstermektedir. Bunun haricinde Enver Altaylı, Yurt Atagün, Ramazan Akyürek gibi Fetö üyeliğinden tutuklanmış, hüküm giymiş güvenlik bürokrasisi ve emniyet mensubu kişilerin; Alparslan Türkeş’e kadar üst düzey ülkücülerin tavsiyeleriyle hareket ettiklerini, hatta Yurt Atagün’ün 2015 seçimlerinde MHP’den aday adayı olduğunu biliyoruz.

Velhasıl kelam Ali Babacan da, Ahmet Davutoğlu da Devlet Bahçeli’nin ifade ettiği gibi kökten, topyekün bir Pensilvanya projesi değil; herhangi bir MHP’li ya da AKP’li kadar Fetöcüdür. Ahmet Davutoğlu lise ve üniversite yıllarında milliyetçi mukaddesatçı gruplarla yakındır. Çevresinde 80 darbesi sonrası İslamcı olmuş, o zamanın ülkücüleri de mevcuttur. 1986’da Mustafa Özel, Murat Ülker gibi isimlerle Bilim Sanat Vakfını kurmuş, Vefadaki vakıf merkezini bir enstitü gibi çalıştırmış daha sonra burası Şehir Üniversitesine evrilmiştir. Hepimizin bildiği üzere BİSAV kapanmış, Şehir Üniversitesine kayyum atanmıştır.

Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’ye cihadi “devrim” götürme projesini ve tabi sonrasındaki fiyaskoyu göz önüne alırsak İhvan ideolojisine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Ali Babacan ise karşımıza, 2001 yılına kadar, Ahmet Davutoğlu kadar politik bir karakter olarak çıkmıyor. Cumhuriyet tarihinin ilk başörtü eylemini yapan halası Hatice Babacan’ın Erzurum Atatürk Üniversitesindeki yıllarında çevresinde Beşir Atalay’dan Suat Yıldırım’a farklı İslamcı kimlikler olduğu biliniyor.

Gelelim Gelecek ve Deva partilerinin şu 18 yıllık karanlık dönemde acılar çeken Türkiye işçi, köylü yoksul sınıfına neden çözüm olmayacağı hususuna:

Öncelikle iki partinin de kurucu üyelerine baktığımızda içlerinde işçi, topraksız köylü, prekarya olmadığını görüyoruz. Deva Partisinin kurucuları arasında, AKP operasyonu ile Petrol-İş’in başına getirilen kadınlara hakaret eden ve işçi düşmanlığı ile bilinen Ali Ufuk Yaşar’ı görüyoruz. Ali Ufuk Yaşar sonraki ilk seçimde hezimete uğramış ve en az oyu alarak ayrılmak durumunda kalmıştır. Davutoğlu’nun partisinde ise kurucu üye olarak, Suriye’de savaş sahasında El-Kaide’den türemiş radikal unsurlarla görüntü vermekten çekinmeyen kişilerden tutun da, kadınlara, sanatçılara ve insan haklarına karşıt söylemleriyle bilinen Ayhan Sefer Üstün gibi AKP’nin şahinlerini görüyoruz. Zaten parti tüzüğündeki “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü bayramda evlerimize giren “değerli kardeşlerim” diye başlayan Cumhurbaşkanlığı metninde de mevcut.

Gelecek ve Deva Partilerinin programlarında basın özgürlüğü, insan hakları, dış politikada barış diplomasisi, işkence karşıtlığı, yargı bağımsızlığı ve anayasaya bağlılık gibi ifadelere vurgu yapılıyor. Hatta Gelecek Partisi’nin programında YÖK kaldırılacak ve KHK’lılar geri dönecek yazıyor. KHK’lılar geri dönecek diyen devrik başbakan Davutoğlu KHK listelerinin hazırlanması aşamasındaki 17.02.2016 tarihli 2016/4 Başbakanlık Genelgesine, devrin başbakanı olarak imza atmıştır. Genelgede hukuk sınırlarını muğlaklaştıran “legal görünümlü illegal yapılar” ibaresinin bulunuyor olması, anayasallık ve kanunilik güvencesi verme iddiasında bulunan bir lidere inanmayı oldukça güçleştirmektedir. Aynı şekilde Ali Babacan’a Cüneyt Özdemir ile Youtube kanalında yaptığı söyleşide, İzmir Askeri Casusluk davasında hazine soruşturmasına izin vermesi üzerine sorulan soruya, “ o dönemin süreçleri esas önemli olandır ve bunlar yargı kararıdır” şeklinde verdiği cevap Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın 18 yıllık süreçte “nerde oldukları” değil, bizzat bu kıyımın başında oldukları sonucuna götürüyor bizi. Zaten her renkten İslamcı kapalı kapılar ardında Fetöcülere özellikle yargı, emniyet ve TSK’de yaptığı “hizmetlerden” ötürü hakkını halen de verir. İşte Babacan’ın verdiği cevaptaki “süreç esası” bu hizmetin ifadesidir.

İki partinin de programlarının ekonomi bölümünde rekabetçi ekonomi, girişimci özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi bildiğimiz liberal vaatler mevcut. Deva partisinde işçi, köylü hakları, yoksul prekarya işçiliği, sendikal haklar üzerine tek bir kelime yokken, Gelecek Partisinin programının 83. Sayfasında sadece “emekçilerin hukukunun ve refahının gözetilmesinden” bahsediliyor. Deva partisinin programında ise Kobilere vurgu yapılması göze çarpıyor. Zira milliyetçi, mukaddesatçı küçük ölçekli işletmeler, girişimciler AKP’nin oy deposu olmakla beraber 2008 krizinden beri Erdoğan’ın çevresinde kümelenmiş oligarklara nazaran bir hayli terkedilmiş durumdalar ve Babacan bu nicel olarak büyük “nitel” olarak küçük patron grubunu, ekonomist gözüyle yakalamış.

Ahmet Davutoğlu’nun AKP’de görev yaptığı yıllarda tartışılamayacak bir başarısızlığı mevcuttur. Suriye’ye açılan savaş politikasının iflası, yüzde 40’lara düşen oylarını patlatılan bombalarla tekrar yüzde 49’a çıkartması ve bunu açık açık ifade edebilmesi. Avrupa’ya ve Kürtlere barış vaat edip, kendi döneminde Kürt illerini topa tutması, arkadaşı olan Büşra Ersanlı’ya kadar insanları gözaltına aldırıp, tutuklatması Davutoğlu’nun hüsranlarla dolu karnesidir. Başbakanlıktan alınışı da Akit TV’deki programda kendisine edilen muamele de eski çetesi ve mensupları tarafından sürekli hırpalanan bir profile dönüştüğünün göstergesidir. Bunun haricinde Diyanetin LGBT provakasyonunda da, Ciao Bella komplosunda da direkt saldırgan tutumla hareket edip kötü bir sınav vermiştir.

Ali Babacan’ın ise “başarısının” ne olduğunu belirtmek durumundayız. 2008’de IMF’ye olan borcun ödenip programı bitirdiğini bir başarı öyküsü olarak sunsa da, bunu dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye’nin 80 yıllık birikimini 10 senede, bedelinin çok altına satmakla sağladığını biliyoruz. Zaten yine Youtube söyleşisinde düşük faizle borçlanıp ekonomiyi kurtaracağını, hazinede herhangi bir kaynak kalmadığını itiraf ediyor. Özelleştirme ”efsanelerinden” birisi olan Telekom onun Ekonomi Bakanlığı döneminde satılmıştır. Ulusal güvenlik sebepleriyle normal şartlarda özelleştirilmeyen telekomünikasyon, Lübnanlı Suudi Haririlere satılmış, Araplar kredi borçlarını ödememiş ve Telekom batmıştır. CHP milletvekili Aykut Erdoğdu bu satıştaki zararın 40 milyar ABD doları olduğunu iddia etmektedir. Bu skandal sonrası, birçok Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gibi internet, telefon servisinin borcunu ödemiş, kapatmış vb. olsak da Telekom’un Suudilerden kalan kredi borcunu kapatabilmek için mafyatik tahsilat şirketleri ve avukatları tarafından aranmış “motorsikletimizin bağlatılacağı, evimizin haczedileceğine dair tehditlere maruz kalmışızdır. Telekom özelleştirmesine ısrarla karşı çıkan merhum Mümtaz Soysal’ın evinin yıllar önce aşırı sağcılar/İslamcılar tarafından bombalanması da tesadüf değildir.

Ali Babacan’ın Davutoğlu’na nazaran daha çok ilgi görmesinin sebepleri İslamcı AKP tarafından sömürülen, tüketilen; “reel İslam” halini almış, güven vermeyen din vurgusuna hiç girmemesi ve kurucu listesinde Kürt illerinden birçok ismin varlığı olabilir. Lakin, Temel Karamollaoğlu’nun AKP’ye muhalif olduğu bir seçim öncesi bir TV söyleşisinde “biz yine de Tayyip Erdoğan’ın imanına şahidiz” diyerek son anda seçmenine Erdoğan’ı işaret etmesi, Erdoğan’ın Davos’ta IMF Başkanına ya da görevlisine posta koyduğunu anlatıyor olması Ali Babacan’ın da koyu sağ-İslamcı bir çizgide devam edeceğinin göstergesidir. Radikal ya da ılımlı; İslamcıların “Ancak inananlar kardeştir” ayetine sadakatlerini anlıyor olmakla birlikte işçi sömürüsüne karşı siyaset yaparken dini referanslarla hareket etmenin ne kadar faydalı olup olmadığını, bunu geçirdiğimiz son 18 yıkıcı yılda anladık. Sınıf mücadelesi inşası için gerekli olan sadece dini referanslarla siyaset yapmak değil, her türlü inanca saygıyı ve kardeşleşmeyi sağlamak olabilir.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir