Nesim Aksakal *
İşçi sınıfı açısından siyasete bakarsak, günlük yaşamımızda ne kadar önemli etkileri olduğunu da görürüz. Yaşam koşullarımızı ve çalışma hayatımızı belirleyen her şey siyasetin bizzat kendisidir.
Siyasi iktidarlar, hangi sınıfı temsil ediyorsa onun çıkarlarını koruması da kaçınılmazdır. Bugünkü siyasal tablo, işçiler ve emekçiler açısından tam da, sermaye sınıfının baskıcı ve otoriter bir yönetim tarzıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İşçilerin en haklı talepleri için verdikleri mücadeleler bile, büyük bir baskı ve saldırıyla karşı karşıya kalıyor.
Türkiye işçi sınıfı tarihine baktığımızda, işçiler siyasete ne kadar katılmışsa, siyaset üzerindeki etkileri ne kadar artmışsa, ekonomik, demokratik ve sendikal hakları da o derece gelişmiştir.
TİP’in 1965’te meclise 15 milletvekiliyle girmesi, işçi sınıfın etkisini ve toplumsal mücadeledeki konumunu da arttırmıştır.
Ardından DİSK kurulmuş, hızlı bir örgütlenmeyle sendikal mücadelenin önü açılmıştır. Sendikalarının kapatılmasına yönelik 15-16 Haziran genel grevleriyle, siyasal başarı elde edilerek DİSK’in kapatılması engellenmiştir.
İşçi, emek siyasetlerinin 1976 yılından sonra işçiler içinde ve sendikalardaki etkisinin artması, mücadeleyi daha güçlü bir aşamaya getirmiştir. Bu yolla DİSK’in ve TÜRK-İŞ’in içindeki bazı sendikalar (Petrol-İş, Kristal-İş) kadın ve gençlik örgütleri üzerinden yükselen güçlü bir toplumsal muhalefet oluşmuştur.
Bu dönemlere baktığımızda, sınıf siyasetinin yükselmesi sonucu, işçilerin önemli ölçüde ekonomik ve demokratik haklar elde ettiğini görmekteyiz.
1976’da DGM’nin (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kurulmasına karşı yapılan genel grev, hükümete geri adım attırmış, bu mahkemeler o dönem kurulamamıştır. 1 Mayıs kutlamalarına kitlesel katılımlar, MESS’e karşı yürütülen (DGM’yi ezdik! Sıra MESS’te) toplu grevleri, İstanbul Üniversitesi önünde bombayla öldürülen 16 öğrencinin öldürülmesini protesto için yapılan (iki saat iş bırakma) faşizme ihtar eylemleri, Maden-İş sendikası genel başkanı Kemal Türkler’in evinin önünde öldürülmesi üzerine yapılan 3 günlük genel grev ve cenaze töreni, o dönemdeki işçi sınıfının siyasal eylemleri olarak öne çıkmıştır.
89 bahar eylemleri dönemi de, işçi sınıfının politik taleplerinin ve eylemlerinin yükseldiği yıllar oldu. Ülke çapında çıplak ayaklı yürüyüşler, toplu vizite eylemleri, Zonguldak işçilerinin Ankara yürüyüşü, sendikaların bu yürüyüşe verdiği destek ve yarattığı etki, o dönemin başbakanını işçilerin ayağına kadar getirtmiş ve talepleri kabul edilmiştir.
Bahar eylemleri döneminde işçi sınıfının partileşmesi, birleşik bir işçi partisinin kurulması, sendika şubelerinde ve işçiler arasında yoğun olarak tartışılmıştır.
Yaşadığımız tarihsel süreçler şunu göstermiştir ki işçi sınıfının siyasal etkisi ne kadar yükselmişse, ekonomik demokratik hakları ve refah düzeyi de o derece yükseltmiştir.
Sınıf siyasetine bugün de ihtiyaç olduğu açıktır. Mücadeleci sendikaların, işçi önderlerinin, emek dostu hocalarımızın, doğal önderlerin, sınıf siyaseti yapan partilerin içinde yer aldığı, sol-sağ gibi, kimlik siyaseti gibi ayrışmalar üzerinden değil, uzlaşmaz çelişki, emek-sermaye çelişkisi üzerinden örgütlenmiş birleşik bir işçi partisine ihtiyaç vardır. Ancak böyle bir siyaset tarzıyla toplumsal bir etki yaratabilir, inandırıcı ve ikna edici olabiliriz.
* Petrol-İş sendikası İstanbul şubesi eski başkanı ve İşçinin Kendi Partisi Küçükçekmece ilçe temsilcisi
