1-) İşsizlik, yoksulluk ve krizler yaratan mevcut ekonomik işleyişi halkın yararı yönünde ancak işçi sınıfı hareketi ve meclislerinin denetimindeki bir işçi-emekçi hükümeti değiştirebilir, demokrasi ve emekçi düşmanı tek adam rejimine son verebilir ve farklı biçimler altında da olsa anti-demokratik rejimlerin devamına engel olabilir.
Piyasa, kâr ve rekabet düzeninin (yani kapitalizmin) zenginliğin kaynağı olduğu ve fırsat eşitliği sayesinde çok çalışanın karşılığını alacağı kandırmacasına inanan emekçilerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Çünkü dünya genelinde neredeyse son 15 yıldır sürekli ve şekli değişse de giderek derinleşen bir ekonomik kriz var. En gelişmişinden fakirine her ülkeden işçi ve emekçiler bundan farklı şekillerde etkileniyor. Kriz derinleştikçe çatışmalar ve savaşlar, baskılar, darbeler ve zorunlu göçler artıyor. Zenginler ve büyük patronlar daha da güçlenirken işçiler, köylüler ve küçük işletmeler sefalete sürükleniyor.
Giderek fakirleşen ülkemizdeyse durum daha da ciddi. Bunun böyle gitmeyeceği sokakta, evlerde, iş yerlerinde, marketlerde, sosyal medyada emekçiler tarafından dile getiriliyor. Peki nasıl düzelecek, iktidara talip olan kimse bunu söyleyemiyor. Gerek iktidar gerekse karşısındakiler el birliği ile ya kendilerini ya da düzeni kurtarmaya çalışıyor. “Yerli ve milli, dış güçler ya da liyakat, eskiye dönüş, daha insani bir kapitalizm” palavralarıyla en çok korktukları şeyi yani işçi ve emekçilerin kendi sözünü, siyasetini ve örgütlerini kurarak iktidarı hedeflemelerini engellemek istiyorlar. Çünkü kapitalizm sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi bir sistemdir. İktidarın ekonomik kriz derinleştikçe baskılarını arttırması, halkı açlıkla baş başa bırakması bir yandaysa öbür yanda muhalif geçinenlerin “aman ha bekleyin sakın konuşmayın, gidiyorlar” demesi bu yüzden. Yeter ki işçiler ve emekçiler siyasete bir sınıf olarak katılmasın.
İşte bu yüzden onların çoktan bildiğini biz yüksek sesle söylüyoruz. Bu gidişatı, ancak, emekçi halkın çıkarını gözeten bir işçi ve emekçi hükümeti değiştirebilir. Bu hükümete giden yol, patronlar ve onların temsilcilerinden bağımsız, örgütlü bir işçi hareketi ve onun meclislerinden geçiyor.
2-) İşçi emekçi hükümetinde işten çıkarmalar durdurulacak, geniş kamu yatırımları ve iş süresinin 6 saate indirilmesiyle tam istihdam sağlanacak.
Kapitalist krizin nedeni azalan kârları olduğu için, patronlar gözlerini hemen işçilerin haklarına diker. Çünkü aynı malı ya da hizmeti sağlamak için harcadıkları enerjiden, kullandıkları makinelerden, araçlardan vazgeçemezler. Böylece emek ve emekçiler üzerindeki baskıyı arttırmak için iktidardakilerin kapısına koşarlar. İktidardan istedikleri yasalar, kanunlar, yönetmeliklerle patronlar, işçilerin kendi örgütlerini, sendikalarını bastırma, etkisizleştirme, kıdem tazminatlarına el koyma, çalışma saatlerini arttırma, artan işsizlikle tehdit ederek birkaç kişilik işi daha az maaşa tek kişiye yaptırma, işçiler arasında rekabeti ve düşmanlığı körükleme gibi yollar seçerler. Oysa hayatta kalmak için çalışmaktan başka şansı olmayan bizler bu krizlerin nedeni değiliz. İşsizliği biz yaratmadık.
Patronlar ve iktidarlarından verdikleri kararların da sorumluluğunu almalarını, kesintilere önce kendi servetlerinden başlamalarını söylesek bunu yapmayacaklarını biliyoruz. Bu nedenle işten çıkarmaların durdurulacağı, hesapların işçiler tarafından denetlendiği, kamu yatırımlarının emekçi halkın ihtiyacına göre belirlendiği, ücretler azaltılmadan 6 saatlik iş günleri ile işsiz bir kişinin bile kalmadığı bir yönetimin ancak işçi ve emekçi hükümeti ile gerçekleşeceğini savunuyoruz.
3-) Halkın kullanmadığı dış borçlar ödenmeyecek ve IMF ile görüşülmeyecek.
İktidar, 2007’de Türkiye’nin IMF’ye olan 23 milyar dolarlık borcun bittiği günden bu yana bununla övünüyor. Oysa kendilerini iktidara getiren en başından bu borca imza atan politikaları en iyi şekilde yürütmeye talip olmalarıydı. IMF denetimindeki borçlanma döneminin ardından iktidar herhangi bir denetime tabii olmadan, dönemin küresel çaptaki nakit bolluğundan faydalanarak bolca borçlanmış, kamu yatırımı adı altında bu paranın büyük bir kısmını inşaat, silah sanayii, enerji ve finans gibi kalıcı refah sağlamaktan uzak sektörlerin patronlarına aktarmıştı.
2001 yılında 113,6 milyar dolar olan brüt dış borç, 2021’in ikinci çeyreğine dair açıklanan en güncel verilere göre 446,3 milyar dolar. Bununla birlikte 2002’de brüt dış borç içinde %17’lik bir pay sahibi olan özel sektörün borcu ise 2021 ikinci çeyreği için açıklanan en güncel verilere toplam borcun yaklaşık %54’ünü oluşturuyor.
TL’deki korkunç değer kaybıyla birlikte, bu borcun ödenmesi imkânsız hale geldi. Dış borcun yarısından fazlasını yaratan şirketler birbiri ardına borçlarını yeniden yapılandırmaya çalışıyor, iflas veya konkordato anlaşması talep ediyor. Bu şirketlerin borçları devlet tarafından üstleniliyor, işçiler haklarını alabilmek için yıllarca mahkemelerle uğraşmak zorunda kalıyor, şanslılarsa emeklerinin karşılığını kuşa çevrilmiş bir şekilde alıyor ya da bir gün patronun kapısına dayandıklarında kayıplara karıştıklarını görüyorlar. Böylece bu borcun faturası emekçi halkın üzerine yıkılıyor. Bu nedenle ne IMF ne de patronların borcunu ödeme diyebilecek tek seçenek olan işçi emekçi hükümetini savunuyoruz.
4-) Büyük ölçekteki kar, rant, döviz mevduatı ve servetten artan oranlı vergi alınacak. Döviz mevduatı edinimi sınırlandırılacak.
AKP ve ondan önceki hükümetler dış borçlar almış, bunlarla kapitalistlerin ihtiyaçlarını karşılamış ve emekçilerin çıkarıyla hiçbir ilgisi olmayan yatırımlarla ülkeyi borç bataklığına sürüklemiştir. Bu borçlar halkın borcu değildir. Kim için kullanıldıysa, kimin yağmasına açıldıysa onlar ödesinler. Öte yandan kontrolsüz kur oyunlarıyla Türkiye’de toplam tasarruf içinde döviz hesaplarının oranı %70’e ulaşmış durumda. Tasarruf lafı yanıltmasın. Bu toplam, finansal kumar ve rantiyenin diğer adıdır. Bankalar, kapitalistler paradan para kazanarak yükü Türkiye emekçilerinin sırtına yıkıyor. İşçi-emekçi hükümeti, dalgalı kur rejiminden koparak, döviz mevduat edinimi sınırlandırılarak finansal alanı reel sektöre tabii kılacak bir iktisadi anlayışı yürürlüğe koyacaktır. Ancak bu sayede kâğıt üzerindeki büyüme balonları parayla oynayan kumarbazlar yerine tüm emekçi kesimler tarafından hissedilebilir ve gerçek refah sağlanabilir.
5-) Asgari ücret, daha sonrasında arttırılmak üzere belirli bir dönemle sınırlı işe başlama ücreti olacak, yoksulluk sınırının üstünde belirlenecek; güvencesiz, sigortasız, taşeron koşullarında çalışılmayacak.
Yasal olarak işçiye ödenecek en düşük ücret anlamına gelen asgari ücret Türkiye’nin ortalama ücretine dönüşmüş durumda. Günde 12 saat, haftada altı gün çalışan milyonlar bile bu sefalet ücreti düzenine bir ömür boyu mecbur bırakılıyor. Kapitalizmin kullanışlı gördüğü işsizler bir tehdit olarak gösteriliyor, yarattığı savaşlar nedeniyle yerinden edilen göçmenler ve iş bulma umudunu yitirenler asgari ücret altında çalıştırılıyor. İşçi-emekçi hükümeti işçiye kaşıkla, patrona kepçeyle veren asgari ücret düzenine son vermek üzere asgari ücretin tanımını en dara indirerek kısa bir süreyle sınırlayacak. Emekçiler tarafından belirlenen yoksulluk sınırının üzerine çıkarılacak. Emeğin tamamı güvence altına alınarak sendikal hakların önündeki tüm engeller kaldırılacak, hiçbir işçi güvencesiz, sigortasız, taşeron koşullarında çalışılmayacak.
6-) Halka ısınma, ulaşım, iletişim, enerji, su gibi ihtiyaçların temel asgari düzeyi ücretsiz sağlanacak. Halkın temel ihtiyaçlar için kullandığı kredi ve kredi kartı borçları silinecek.
İnsanca bir yaşam için gerekli olan ısınma, iletişim, enerji, su gibi ihtiyaçlar gün geçtikçe emekçiler için karşılanamaz hale geliyor. Yediği ekmekten, döktüğü alın terine vergi ödeyen işçi ve emekçiler, özel şirketlerin işlettiği bu hizmetlere gelen ardı ardına zamlarla yaşamlarını sürdürmekte zorlanıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi soğuktan donmamak için, çocuklarının eğitimini aksatmamak için doğalgaz, elektrik gibi giderlerini kredi kartları ile ödemek zorunda kalan emekçi halk bir de bankalara borçlanıyor. Bu yüzden işçiler ve yoksullar yıllardır bankaların, tefecilerin elindedir. Salgın hasarı derinleştirmiştir. İşçi- emekçi hükümetiyle yoksul halkın borçları silinecek, ulaşım, iletişim, enerji, su gibi ihtiyaçların temel asgari düzeyi ücretsiz sağlanacaktır.
7-) AKP’nin haksız ve usulsüz olarak verdiği müşteri garantili bütün ihaleler iptal edilecek.
Türkiye uzun süredir şişirilmiş bir başarı öyküsü anlatan ve sürekli olarak yaptığı eserlerle övünen bir iktidarın talanıyla yönetiliyor. Üstelik bizden aldıkları vergiler ve emeğimizden çaldıklarıyla, kentlere karşı işledikleri suçlarla üretip bölüştükleri rant, açgözlülüklerini karşılamaya yetmiyor. Bir süredir de halkın gelecekte ödeyeceği vergilere bile göz dikerek, patronları finanse etmeyi sürdürecek yeni yatırımlara yöneldiler. Geçiş garantili ucube yollar, halkın geçmediği dövize endeksli köprüler, hasta garantili hastaneler, doğru düzgün kullanılmayan ama yolcu garantili havaalanları gibi işler, halka hizmetten çok, faturası gelecek nesillerimize kesilen bir soygun düzeninin aparatları olarak karşımızda duruyor. Üstelik halka hiçbir yararı olmayan bu yatırımlar ve inşaatlar için taahhüt edilen ödemelerin yapılmaması halinde oluşacak ihtilaflar için de uluslararası mahkemeleri yetkili kılıyorlar. Böyle yaparak egemenlik hakkımızı da dışarıya bağlamış oluyorlar.
Bize zorla ödetilmek istenen bu gibi yatırımların borçlarını gayrı meşru ilan ediyoruz. Şimdiye kadarki tüm usulsüz ihaleleri kamulaştırıp, ücretsiz olarak halkın hizmetine sunmak, ülkeyi bugüne getiren hırsızların, balondan ve yalandan düzenlerini değiştirmek için işçi ve emekçi hükümetini savunuyoruz.
8- ) Kritik sektörlerdeki kuruluşlar tazminatsız kamulaştırılacak ve dış ticaret bankasının bulunmasıyla birlikte, tek banka sistemine geçilecek.
Gıda, ulaşım, sağlık, eğitim, iletişim gibi tüm kritik sektörler kamuya ait olmalıdır. Yıllardır kapitalistler ve onları temsil eden hükümetlerin özelleştirdiği ve uluslararası şirketlerin 3 kuruşa alıp, değersizleştirdikleri tüm bu kurumlar ve ayrıca patronlara peşkeş çekmek için hazinenin yani emekçilerin sırtına yüklenen bütün otoyollar, özel hastaneler ve eğitim kurumları kamulaştırılacak. Ülkenin ithalat-ihracat dengesi birtakım patronları kâr hırslarına göre değil, toplumsal ihtiyaçlar ve refah gözetilerek kamu yararına göre bir plan dahilinde yapılacak. Finansal sermayenin kontrolünü sona erdirmeden ekonomiyi değiştirmenin bir yolu yoktur. İşçiler ve emekçiler bankaları kontrol ederse, ekonomiyi tamamen farklı bir şekilde yönlendirebilecekler. Bu nedenle bankalar ve finansal varlıklar kamulaştırılacak, işçi ve emekçilerin kontrolü altında tek bir devlet bankası kurulacak ve zenginlerin kumarhanesi olan borsa kapatılacak.
9-) Ücretlere halkın gözetiminde belirlenen enflasyon oranında her ay zam yapılacak ve toplu sözleşmelerle elde edilen zam bu seviyeye eklenecek.
Kapitalizm altında gündelik hayat mücadelemiz bitmeyen bir krizin içinde sürüyor. İçinde yaşamak durumunda kaldığımız bu sürekli hale gelen ekonomik kriz ve enflasyon ortamı, biz emekçilere hayatı zehreder hale geldi. Enflasyonun olduğu her ekonomide nasıl akaryakıt gibi tüm ürünlerin fiyatları sıklıkla güncelleniyorsa işçi ücretleri de bu sıklıkta güncellenebilir ve güncellenmelidir. Ücretleri erimeye karşı korumanın başkaca yolu yoktur. Ücretlere işçi ve emekçilerin gözetiminde belirlenen enflasyon oranında her ay zam yapılması için işçi-emekçi hükümeti!
10-) Ucuzluğu sağlamak için temel ihtiyaçlara yönelik zamlar durdurulacak, bunlardaki vergiler kaldırılacak ve bunların üretimi demokratik-merkezi olarak planlanacak.
Patronların karlarını koruma uğruna kriz, enflasyon, döviz kuru gibi bahanelerle gıda ve temel ihtiyaçlara yönelik zamlar durmuyor. Bu koşullar değişse bile zamlar geri alınmıyor. Oysa bu bir kader değil. Temel ekonomik kararların, toplumun ihtiyaçlarına göre, emeğin öz örgütleri ve işçi-emekçi temsilcileri tarafından verildiği, demokratik merkezi planla üretenlerin yönettiği bir işçi-emekçi hükümeti ile temel ihtiyaçlardaki vergiler kaldırılacak, bunlara erişim bir yük olmaktan çıkacak.
11-) Kıtlık tehlikesine karşı, üretimi arttırmak üzere köylülerimiz desteklenecek ve tarımsal ürünlerin arz edilmesinde aracılar devreden çıkarılacak.
Kapitalizmin neden olduğu küresel ısınma, doğanın tahribi, kaynakların israfı ve plansız üretim insanoğlunu gıda krizine sürüklemektedir. Türkiye’de de gıda krizi kapımızdadır. Gıda krizinin önüne geçmek için tarım arazilerinin planlı şekilde köylüye dağıtılması ve ihtiyaca göre tarım ürünleri ekilmesi gerekmektedir. Bunun için köylüler maddi ve teknik olanaklarla desteklenecek, ürünlerin doğrudan tüketiciye ulaşması için tüm soğuk depolama, lojistik ve satış imkanları sağlanarak yoksul köylünün sırtından simsarlar kaldırılacak. Böylece emekçi halk da ucuz tarım ürünlerine ulaşabilecek.
12-) Büyümenin yarattığı kaynak, toplumsal ihtiyaçlara göre ve emek gelirlerini arttıracak yönde dağıtılacak.
Her tür krizle daha da yoksullaşan kitlelerin geçinememekten, geleceksizlikten kaynaklı umutsuzlukları bir yanda, dünyanın en zenginleri arasına giren bir avuç kapitalistin debdebesi diğer yanda. Çoğunluğun boğuştuğu yoksulluk sadece ve sadece bir avuç zenginin kârlarını arttırmak için var ve artıyor. Oysa tüm ekonomi, tüm zenginlikler işçilerin emeklerinin sayesinde üretiliyor. Şaşaalı saraylar da açıklanan devasa kârlar da yurtdışındaki off-shore hesaplarına, finans merkezlerine kaçırılan paralar da aslında işçi ve emekçilerin cebinden, gelecek nesillerden çalınıyor. Büyümenin, oluşan zenginliğin, bir avuç sömürücünün karlarına kâr katmak için değil, toplumsal ihtiyaçlar, ücretsiz altyapı, barınma, eğitim, sağlık için kullanılması ancak bir işçi ve emekçi hükümeti ile mümkündür.
* Bu kampanya metni, bileşeni olduğumuz Birleşik İşçi Zemini’nin ortak çalışmasıdır. Kaynak.