Bedri Soylu **
Tarih, iktidarı ve haklarını almak için yola çıkan, direnen, mücadele eden emekçilerin tarihidir. Ancak bize büyük oranda ezilenlerin yenildiği ve mücadelelerin önemsizleştirildiği bir tarih okutuluyor. Eksik ve yanlış
aktarılsa da emeğin hakkını savunanların mücadelelerinden etkileri ve görüntüleri, hatta bazen detayları bugün konuşabiliyoruz.
Bildiklerimiz ve öğrendiklerimiz, emeği savunanların çoğunlukla beraber hareket etmemelerinden sebep mücadelelerini kaybettiklerini gösteriyor.
Savaş sonrası 1918 Almanya’sında neredeyse bütün şehirlerde bir devrim arzusu somut bir görüntü kazanmıştı ancak birbirleriyle yeteri kadar konuşmayan ve çoğu kere şehir düzeyinde kalan bu çıkışlar, hanedan destekli işbirlikçi iktidarın eliyle teker teker bastırıldı. Ayrıca Luxemburg ve Liebknecht gibi önemli insanlar hunharca katledildi. Birlik olunabilseydi belki bugün başka bir dünyayı yaşardık.
16.yüzyılın başında Thomas Müntzer’in de önemli bir önderi olduğu Alman Köylü Savaşları bu birleşik olmama halinin nelere mal olabileceğinin en somut görüntüsüdür. Çarıklı denilerek küçümsenen 100 binlerce köylü, birlik halinde ama kendilerinden küçük olan aristokrasinin ordusu karşısında yenildi.
Bu toprakların tarihindeki en kıymetli görüntülerden biri olan Şeyh Bedrettin hareketinin bileşenleri ya entrikayla ya teker teker pusuya düşürülerek yenildi. Halka, emekçiye ve topluma saldıranlar ittifak etmekte hiç zorlanmazken, gidişattan rahatsız olanlar birlik olmayı pek becerememişti.
Günümüzde emeğiyle geçinmek isteyen işçiler arasında birliğe mani olacak çok fazla uygulamayla karşılaşıyoruz. Güvencesizleştirme, taşeronlaştırma, sendikal mücadeleye engel olacak yasalar ve barajlar, sektör değiştirme oyunları gibi oldukça gözümüzün önünde ve yaşadığımız uygulamalar var.
Bunlarla birlikte emekçi sınıfları birbirinden ayırmak için savaşlar nedeniyle istikrarsızlaştırılan coğrafyaların yarattığı göçmen emeği, hem mağdur edilen göçmenlerin kölelik düzeyinde çalışmasına, hem emeğiyle geçinmek isteyen ama göçmen olmayanların ucuz ücretlere mecbur kalmasına, hem de örgütsel yapıların zayıflamasına neden oluyor. Küresel sermayenin desteklediği ve gözettiği savaşlar sadece halkları birbirine düşman etmiyor. Bu arada işverenler için emek maliyetleri düşüyor, oluşan kriz ortamı nedeniyle sermaye sınıfı karlılığını yükseltiyor ve sermayenin çok kolay iş tutabildiği ırkçı iktidarlar güçleniyor.
Yani savaşa hayır demek, halkların barışını istemek ve işçilerin birliğini istemek neredeyse aynı anlamlara geliyor.
Sermaye sınıfı en çok işçilerin birliğinden korkuyor. Çünkü; göçmeniyle-yerlisiyle, sendikalısıyla-taşeronuyla, genciyle-yaşlısıyla, işçisiyle-memuruyla, kadınıyla-erkeğiyle, şehirlisiyle-köylüsüyle ilh., emekçi sınıfların bütün unsurluları bir emek siyaseti altında buluşursa, sermaye sınıfı nasıl bir kabusun içinde kalacağını çok iyi biliyor.
* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Nisan 2022 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır.
** İKEP, İstanbul İl Sekreteri